İstiklal Marşı şairi (D. 20 Aralık 1873, İstanbul – Ö. 27 Aralık 1936, İstanbul). Fatih semtinin Sarıgüzel Mahallesinde dünyaya geldi. Babası Fatih Medresesi müderrislerinden Arnavut kökenli İpekli Tahir Efendi (1826-88), annesi ise Buhara taraflarından gelip İstanbul’a yerleşen bir aileye mensup Emine Şerife Hanımdır (1836-26). Doğumunda babası Âkif’e ebced hesabına göre Ragif adını koyduysa da, ailenin diğer üyeleri telaffuzu daha kolay diye onu hep “Âkif” adıyla çağırdılar. Böylece Ragif, Âkif oldu ve kendisi de bu adı benimsedi, daha sonra şiirlerinde de bu adı kullandı.
Mehmet Âkif, Emir Buhari Mahalle Mektebi, Fatih İbtidaisi (ilkokul), Fatih Merkez Rüştiyesi (ortaokul), Mülkiye İdadisi (Lise) ve Baytar Mektebini (Veteriner Fakültesi) bitirdi (1893). Lise öğrenimi sırasında Fatih Camisi’ndeki derslere devam ederek Arapça ve Farsça öğrendi. Ayrıca özel eğitim de aldı. Babasından Arapça ve İslâmi bilgiler, Esad Dede’den Farsça ve İran klâsikleri okumuş olması, Ahmet Naim Bey ve Şevket Bey gibi arkadaşlarıyla dinî ve edebî Arapça metinler okuması ile kendi kendine Fransızca öğrenmiş ve yine arkadaşlarıyla Fransız edebiyatı ve Fransızcadan Batı edebiyatı, Batı düşüncesi okumuş olması daha önemli görünmektedir. Otuz beş yıl arkadaşlık ettiği Mithad Cemal’in tanıklığına bakılırsa, az sayıda eseri iyice sindirecek ve nerdeyse ezbere bilecek derecede yoğunlukla okumuştur. Okuduğu ilk manzum eserin Fuzuli’nin “Leylî vü Mecnun” mesnevisi olduğunu biliyoruz. Arapça, Farsça ve Fransızca sayesinde de İslâm’ın ve Batı’nın büyük eserlerini okudu. Damadı Ömer Rıza Doğrul, Âkif’in Lord Byron’ın “Childe Harold’s Pilgrimage” destanını okuduğundan söz etmektedir.
Mehmet Âkif, 1893’te okulu birincilikle bitirip veterinerlik müfettişi olarak çalışmaya başladı. Dört yıl kadar Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan’da bulundu. Mezun olduğu yıl “Hazine-yi Fünun” adlı bir dergide bir gazelini yayımladı. Bu onun bilinen ilk basılı eseridir. Genç veteriner Mehmet Âkif, 1898 yılına kadar Osmanlı toprağının değişik yerlerini müfettiş olarak dolaştı. 1898’de, yirmi beş yaşındayken kendisinden beş yaş küçük olan, Tophane-i Amire veznedarlarından Mehmet Emin Bey’in kızı İsmet Hanım’la evlendi. Âkif’in İsmet Hanım’la evliliğinden ilk üçü kız olmak üzere, adları Cemile, Feride, Suat, İbrahim Naim, Emin ve Tahir olan altı çocuğu dünyaya geldi.
Mehmet Âkif, 1907’den Türkçe öğretmenliği yapmaya başladı; bir yıl sonra da Veterinerlik Dairesi Müdür Yardımcısı oldu. Aynı yıl İkinci Meşrutiyetin ilân (1908) edilmesiyle meşru ve kanuni duruma gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeliğini koşullu olarak kabul etti. Koşulu, üyelik yeminindeki, “Cemiyet’in bütün emirlerine kayıtsız şartsız itaat” ibaresinin değiştirilmesi kabul edilmişti.
1908’den sonra yayın çalışmalarının kapısı açılınca İslâmcı aydınlar, Ebulula Mardin ve arkadaşı Eşref Edip’in “Sıratımüstakim” dergisinde bir araya geldiler. Âkif, derginin başyazarıydı. Dergi, 1912 yılında Mardin’in ayrılmasıyla Eşref Edip’e kaldı ve adı “Sebilürreşat” olarak değiştirildi. Mehmet Âkif ‘in bu iki dergi ile ilişkisi 1908’den derginin kapatıldığı 1925 yılına kadar sürmüş ve Âkif de derginin politik yürüyüşünün liderliğini yürütmüştür.
Balkan Savaşı (1912-13) nedeniyle Baytar Mektebi müdür yardımcılığı ve Darülfünun’daki Genel edebiyat profesörlüğü görevinden istifa ederek ayrıldı (1913). “Sırat-ı Müstakim” ve “Sebilürreşad” dergilerinde çıkan makaleleri ve Fatih, Beyazıt, Şehzadebaşı, Süleymaniye camilerinde verdiği vaazlarda, Ziya Gökâlp’in öncülüğünü yaptığı Türkçülük akımına karşı İslâm birliği görüşünü savundu. Mehmet Âkif, Birinci Dünya Savaşı’ndan (1014-18) önce Mısır ve Hicaz’a gitti. Savaş sırasında Almanya’daki Müslüman esirlerin durumunu görmek üzere Alman hükümetinin daveti üzerine Osmanlı Gizli Teşkilatı (Teşkilat-ı Mahsusa) tarafından 1914’te Berlin’e; 1914’ün sonlarına doğru aynı örgüt tarafından İngiliz yanlısı Şerif Hüseyin’e karşı Osmanlı Devletine bağlı kalan Necef Emiri İbnürreşid’e gönderildi. Bu gezi sırasında Dar’ül Hikmet’il İslâmiye başkâtipliğine atandı, dönüşünde görevine başladı.
İzmir’in işgalinden (1919) sonra Batı Anadolu’da başlayan Millî Mücadele’yi desteklemek için Balıkesir’e giderek verdiği vaazlarla halkın direniş azmini arttırmaya çalıştı. Ankara’ya gelişinden kısa bir süre sonra (Mayıs 1920) seçildiği Burdur milletvekilliğini 1923’e kadar sürdürdü. Konya İsyanı’nı önlemek, halka öğüt vermek üzere Konya’ya gönderildi. Oradan geçtiği Kastamonu Nasrullah Camisi’nde coşkulu bir vaaz vererek Sevr Antlaşması ve Millî Mücadele hakkında halka bilgi verdi Sebilürreşad’ı 20 Kasım 1920’de Kastamonu’da yayımladı. Bu çalışmaları nedeniyle Dar’ül Hikmeti’l İslâmiye’deki görevine son verildi (20 Aralık 1920).
Ankara’ya döndüğünde Taceddin Dergâhı’na yerleşti. Bu sırada yazdığı şiir TBMM’de üst üste birkaç kez coşkuyla okunarak İstiklal Marşı olarak kabul edildi (21 Mart 1921). İstiklal Marşı şairi olarak kendine verilmek istenilen para armağanını maddî sıkıntı içinde olmasına rağmen kabul etmedi. İstiklal Marşı dört kez bestelendi. Bugün okunan şekli Osman Zeki Üngör’e aittir. Akif, Şer’iyye Vekaleti tarafından kurulan Te’lifat-ı İslâmiye ve Heyeti (İslâmi Telif Kurulu) üyeliğine seçildi. Millî Mücadele’nin sonuçlanmasından sonra İstanbul’a döndü. Hayatı boyunca inanç ve idealleri için çalışıp mücadele eden Mehmet Akif, Millî Mücadeleden sonra bu inanç ve ideallerine aykırı gördüğü bazı uygulamalar nedeniyle yurtdışına çıktı. Cumhuriyetin ilanı, halifeliğin kaldırılması, hükümetin laiklik prensibine eğilimi gibi inkılap hareketleri karşısında inkılapçılarla Akif’in yolları ayrıldı. Akif için Türkiye, 1923’den sonra yaşanılır olmaktan çıkmıştır. Sebilürreşad’ın yayımına Takrir-i Sükun Kanunu ile son verilmiştir. Akif, bu koşullarda, prensipleri doğrultusunda yaşasaydı, muhtemelen, yaptıkları suç teşkil edecekti. Prens Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak Mısır’a gitti. Hilvan’a yerleşti. Kahire’deki Cami’ül Mısriye adlı Mısır Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiyatı profesörlüğü yaptı (1925-1935). Mısır’da 1926’dan 1936 yılına kadar on yıl gurbet hayatı yaşadı. Hastalanınca, yurdunda ölmek arzusu içinde İstanbul’a geldi. Sıtma ve karaciğer hastalığı siroza dönüştü. 27 Aralık 1936’da, Taksim İstiklal Caddesinde olan Mısır Apartmanında vefat etti. Cenazesi üniversite gençliği ve halktan oluşan kalabalık bir topluluk tarafından Beyazıt Camiinde kılındı. Kabri, Edirnekapı Şehitliğinde, yakın dostları Babanzade Ahmed Naîm Efendi ile Süleyman Nazif’in yanındadır.
Mehmet Âkif, ilk gençlik yıllarında manzum hikâyeleriyle dikkatleri çekmeye başlamıştı. Düşünce adamı olarak da tümüyle İslâm’a bağlılığı savundu; İslâmiyet’in hurafelerden kurtarılması için çalıştı.
Edebiyat Çalışmaları:
İlk şiiri, Baytar Mektebi öğrencisi iken okulunun dergisinde (Mektep Mecmuası, c. 2 Mart 1895), ciddi anlamda ilk şiiri (Kurana Hitap) ise Resimli Gazete’de 1895’de yayımlandı. Servet-i Fünun dergisinde 1898’den itibaren İranlı Hafız ve Sadi’den çeviriler yayımladı. Önceki adı Sırat-ı Mustakim olan Sebilürreşad dergisinde (1908-1910) çıkan ünlü şiirleri ve manzum hikâyeleriyle dikkatleri çekmeye başlamıştı.
Fikir adamı olarak tümüyle İslâm’a bağlılığı savundu. 19. yüzyılın sonlarında sesini duyurmaya başlayan İslâmcılık, Mehmet Akif’in şahsında güçlü bir temsilcisini buldu. Çağının ünlü İslâmcı düşünürleri Muhammed Abduh (1948-1905), Abdürreşid İbrahim (1853-1944), Cemaleddin Afgani (1838-1897) ile görüş birliği içinde olan Mehmet Akif, İslâmiyet’in hurafelerden kurtarılması ve Müslümanların düştükleri bu üzüntü verici durumdan çıkabilmeleri için temel kaynak olan Kur’an ve Sünnet’e sarılmaları gerektiğine inanmıştı.
Bu görüşünü şiirinde “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı” dizelerinde dile getirdi. Böylece kendi çağının şairi olmanın, kendi anlayışına göre koşulunu koymuş oldu. Sanat anlayışı tıpkı Yunus Emre gibi Hak yolunda halk ile beraber olmaktır. Türk edebiyatında toplum için sanat akımının başlıca temsilcilerinden biri sayılan Mehmet Âkif için şiir, inanç ve düşüncelerini açıklayıp yaymak, mücadelesini sürdürmek için bir vasıtadan ibarettir.
“Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim
İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek!“
diyerek şiirde gerçekçilik akımının dönemindeki önde gelen temsilcisi olmuştur. Seyfi Baba, Hasır, Mahalle Kahvesi, Köse İmam, Kocakarı ile Ömer manzum hikâyeleriyle edebiyatta gerçekçiliğin, aruz ölçüsüne hakimiyetin unutulmaz örneklerini veren Mehmet Akif, Çanakkale Şehitlerine şiiriyle edebiyat tarihimize erişilmez bir anıt dikmiştir. Arapçadan başka Farsça, Fransızca bilirdi. Bir Kur’an meali hazırladığı biliniyor ancak bu çeviriyle ilgili çeşitli rivayetler vardır. Sonuç itibariyle bu meal mevcut değildir.
. “Türk şiirinin erkek sesi”… Cumhuriyet döneminin güçlü şairlerinden Orhan Seyfi’nin bu tespitini Âkif fazlasıyla hak etmiştir. Safahat’ın (bütün şiirleri) ilk kitabındaki halkçı şiirlerden başlamak üzere, şair o zamanki şiir ortamının şiire yönelik üç önemli beklentisini doyurmuş olarak çıkar okuyucunun huzuruna:
- Nazmı, vezni pürüzsüzdür. Söyleyişi ikna edicidir, kafiyeleri şaşırtıcıdır, sözdizimsel başarısı tartışma götürmez.
- Dili ve söyleyişi incelikli ve zekice bir sadeliğe sahiptir. Günlük konuşma dilinden bir şiir yaratmıştır. Ki bu da modern şiirin en önemli amaçlarından biridir.
- Toplum sorunlarını onun kadar tutarlı ve bütünlüklü işleyen bir şair ne önceki ne sonraki dönemlerde pek ortaya çıkabilmiş değildir…
Nâzım Hikmet, Akif’e yönelik eleştirileri olmakla birlikte; “Mehmet Akif büyük şair / inanmış insan…” diyerek onun şairliği ve içtenliği nedeniyle hakkını teslim etmek istemiştir.
Mehmet Akif İçin Ne Dediler?
“Cevdet Paşa, Kur’an nâsiridir; Âkif, Kur’an şairi. Ancak ikisinin arasında fark var; Kur’an Cevdet Paşa’nın yalnız kültürünü, Âkif’in, kültürüyle beraber seciyesini yaptı.” (Mithat Cemal Kuntay)
***
“Osmanlıca; nesirde Namık Kemal’in mektuplarıyla; nazımda Fikret ve Âkif’in şiirleriyle Türkçe oldu.” (Mithat Cemal Kuntay)
***
“Âkif bey hayatında eğilmedi, gerek istibdat devrinde, gerek meşrutiyet senelerinde açlığa rıza gösterdi, kimseye eyvallah etmedi. Umumi seferberlik zamanı idi, Âkif bir arkadaşı ile birlikte oturmuş, kuru fasulya aşı yiyordu. Nezaret erkânından biri çıkageldi. Selam tebliğ etti. Yazılarında o derece ileri gitmemesini nazikçe söylemek istedi, Âkif pürhiddet dedi ki: Nazırına söyle; kendilerini düzeltsinler! Bu gidiş devam ettikçe bizi susturamazlar. Ben fasulya aşı yemeğe razı olduktan sonra kimseden korkmam!” (Hasan Basri Çantay)
***
“O, hem tahkiyede harikulâde kudret ve tasvir ü ihsasta tekellüfsüz ve cuşacuş belagatler gösteren bir şair, hem eşyayı ve vekayi’i ruhlarına ve serairine nüfuz eden nazarlarla gören bi-menend bir rasıddır. Mehmed Âkif gibi şiirlerini bizzat yaşamış olan şairlerin mahiyet ve kıymetleri, eserleri serapa okunduktan sonra anlaşılır. Yazılarının yalnız bir veya birkaçını görerek hüküm vermek, bir vücudun bir tek uzvunu tedkik ile heyet-i mecmuası ve mesela bir kemiğe bakarak, beşerenin güzelliğini teşhis etmeğe çalışmak gibi bi-sud ve na-kâfidir.” (Süleyman Nazif)
***
“Dinî irade ile millî irade hiçbir kitapta ve hiçbir dimağda görülmemiş şekilde Safahat’ta birleştirilmiştir. O zamana kadar milliyetçi denince dine karşı veya yabancı olan kişi, dinci ve Müslüman deyince de, milliyetçiliği tanımayan insan akla gelirdi. Milliyetçi, ırkçı yani kemikçi idi. Dinci ise, hurafeci ve vatansız varlıktı. Ruhlarımızı aynı zamanda bir hezeyan teşkil eden bu safsatadan kurtaran Mehmet Âkif’tir. Türkün Müslümanlıktan, milliyetçiliğimizin İslâm’dan ayrılamayacağını bize öğreten o oldu.” (Nurettin Topçu)
***
“Yahya Kemal esere, hep esere bakıyor; imparatorluk idealine sıkı sıkıya bağlıdır. Âkif’se eserden müessire, yani imparatorluktan çok, medeniyetin tarihe serpili eser ve kuruluşlar zincirinden çok, bütün o eserleri doğuran İslâm’ın kendisine bağlıdır. Bundandır ki, O’nu yeni kurulan Devletin İstiklâl Marşı’nı yazmış olarak da görebiliyoruz. Millî Marş’ın şairi bundandır ki, Yahya Kemal değil Mehmet Âkif’tir.” (Sezai Karakoç)
ESERLERİ:
ŞİİR: Safahat “Bu ad altında toplanan bütün şiirleri şu yedi kitaptan oluşmuştur”:
1) Safahat (1911),
2) Süleymaniye Kürsüsünde (1912),
3) Hakkın Sesleri (1913),
4) Fatih Kürsüsünde (1914),
5) Hatıralar (1917),
6) Asım (1924),
7) Gölgeler (1933).
DÜŞÜNCE-ARAŞTIRMA:
- Kastamonu Nasrullah Kürsüsü’nde (Millî Mücadele sırasında Nasrullah Camiindeki hitabesi, 1921),
- Kur’an’dan Ayet ve Hadisler (Sebilürreşad’da çıkan yazılarından seçmeler; Yay. Haz. Ömer Rıza Doğrul, 1944).
ÇEVİRİ:
- Müslüman Kadın (Ferid Vecdi’den, 1909),
- Honoto’nun İslâmiyete Hücumuna Karşı Şeyh Muhammed Abduh’un Müdafaası (1915),
- İçkinin Hayatı Beşerde Açtığı Rahneler (Abdülaziz Çaviş’den, 1934),
- Anglikan Kilisesine Cevap (Abdülaziz Çaviş’den, 1924,
- Hazreti Ali’nin Bir Devlet Adamına Emirnamesi, 1963,
- İslâmlaşmak (Said Halim Paşa’dan, 1919),
- İslâmda Teşkilat-ı Siyasiye (Said Halim Paşa’dan, Sebilürreşad’da tefrika, 1922),
- Kur’an Tercümesi (Bu eser henüz bulunamadı).