Jack London‘ın “Kızıl Veba” (The Scarlet Plague) adlı eseri, 2073 yılında geçen bir post-apokaliptik kurgudur. 2013’te dünyayı etkisi altına alan ölümcül bir salgın olan Kızıl Veba‘nın 60 yıl sonrasında, insanlığın ne hale geldiğini anlatan bu hikaye, bir büyükbaba (eski bir üniversite profesörü) ve torunları arasında geçen konuşmalarla ilerler.
Özet:
Hikaye, büyükbaba olarak bilinen James Howard Smith’in torunlarına, Kızıl Veba salgınının nasıl başladığını ve dünya nüfusunun büyük bir kısmının nasıl yok olduğunu anlattığı bir kamp ateşi etrafında başlar. James, salgının başladığında bir üniversite profesörüdür ve ilk başta bu durumun ciddiyetini fark etmez. Ancak kısa süre içinde, Kızıl Veba’nın insanları sadece birkaç saat içinde öldürebilen ölümcül bir hastalık olduğunu keşfeder.
Salgın hızla yayılır, insanlık neredeyse tamamen yok olur. Elektrik, ulaşım, iletişim gibi modern olanaklar çöker. James, birkaç hayatta kalanla birlikte vahşi doğada hayatta kalmaya çalışır. Çeşitli tehlikelerle karşılaşır, bazen insanların barbarlık seviyesine düştüğüne tanık olur.
James’in anlattığı hikayeler aracılığıyla, medeniyetin çöküşü ve insanlığın nasıl temel hayatta kalma içgüdülerine döndüğü gösterilir. Hikaye boyunca, James’in torunları, eski dünyanın lüksleri ve teknolojisi hakkında bilgi sahibi olmadıkları için büyükbabalarının anlattığı şeylere şaşkınlıkla yaklaşır.
Roman, medeniyetin kırılganlığını, hayatta kalmanın zorluklarını ve insan doğasının derinliklerini sorgulayan bir bakış açısı sunar. London, okuyucuya medeniyetin ne kadar hızla çökebileceğini ve hayatta kalmak için ne tür zorluklarla karşılaşılabileceğini gösterir.